top of page

Bir seri katil ve Nazım Hikmet

  • Yazarın fotoğrafı: Murat Durdu
    Murat Durdu
  • 24 Ağu
  • 10 dakikada okunur

Abdullah Palaz: Türkiye'nin İlk Seri Katili


Abdullah Palaz, Türkiye Cumhuriyeti'nin kriminal tarihinde önemli ve kötü şöhretli bir figür olarak kabul edilmektedir. Geniş çevrelerce Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk seri katili olarak tanınması, onu Türk kriminolojisi için benzersiz bir vaka çalışması haline getirmektedir. 


Abdullah Palaz
Abdullah Palaz

Kamuoyundaki algısı, işlediği suçların vahşetini ve yaydığı korkuyu yansıtan "Antep Canavarı" lakabıyla öne çıkarken, aynı zamanda belirli çevrelerde, özellikle cezaevi ortamında "Abdullah Dayı" olarak anılması, kişiliğinin karmaşık ve çelişkili yönlerini ortaya koymaktadır.


ree

Palaz'ın iddia edilen suçlarının ölçeği dikkat çekicidir; toplamda 43 kişiyi öldürdüğü ve 300'den fazla kişiyi yaraladığı belirtilmektedir. Ancak onu daha da sıra dışı kılan, hayatının büyük bir kısmını, tam 48 yıl boyunca 38 farklı cezaevinde geçirmiş olmasıdır. 


Bu uzun süreli ve çeşitli cezaevi deneyimi, onun sadece bir suçlu olmanın ötesinde, 20. yüzyıl Türkiye cezaevi koşullarının anlaşılması için nadir ve zengin bir kaynak teşkil etmesini sağlamaktadır. Palaz'ın yaşamı, bireysel suç eylemlerinin ötesinde bir tarihsel öneme sahiptir; onun uzun ve çeşitli tecrübeleri, Türk devletinin 20. yüzyıldaki cezaevlerinin gelişimini ve işleyişini anlamak için eşsiz birincil veriler sunmaktadır.


Abdullah Palaz
Abdullah Palaz

Abdullah Palaz'ın Hayatı


Abdullah Palaz, 1923 yılında doğmuş ve 1991 yılında Ankara'da vefat etmiştir. Hayatının büyük bir kısmını demir parmaklıklar ardında geçiren Palaz, 48 yıl hapis yattıktan sonra Haziran 1991'de tahliye edilmiş, ancak dışarıdaki yaşama sadece 48 gün dayanabilmiş ve ardından hayatını kaybetmiştir. 


Bu hızlı vefat, uzun süreli hapsedilmenin insan üzerindeki yıkıcı ve zayıflatıcı etkilerine dair güçlü bir yorum sunmaktadır. Rehabilitasyon kavramı, kurumsallaşmanın psikolojik bedeli ve neredeyse tüm yetişkinliklerini parmaklıklar ardında geçirmiş bireyler için "özgürlüğün" pratik anlamı hakkında kritik sorular ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, cezaevi sisteminin onu içeride tutarken aynı zamanda onu dışarıdaki yaşamın sürdürülemez hale geldiği noktaya kadar temelden yeniden şekillendirdiğini düşündürmektedir.


Ailesi, Çocukluğu ve Erken Yaşamı


Palaz'ın aile geçmişi, onun kişiliğinin ve suçlu kariyerinin anlaşılmasında önemli ipuçları sunmaktadır. Ailesinin varlıklı olduğu ve babasının Kurtuluş Savaşı'nda Antep direnişçilerinden biri olduğu belirtilmektedir. Ancak bu refahın yanı sıra, ailesinde "kan davaları"nın yaygın olduğu bilgisi, Palaz'ın sonraki motivasyonlarını anlamak için kritik bir bağlam sağlamaktadır. 


Kan davalarının yaygın olduğu bölgelerde, adalet arayışı genellikle resmi hukuk sistemlerinin dışında işler ve çoğu zaman nesiller boyu süren derin bir sorumluluk haline gelir. Babasının silahlı direniş geçmişi de, algılanan bir dava uğruna silahlanma fikrini normalleştirmiş olabilir.


Palaz'ın kendisini "kötüleri öldürmekle görevlendirdiğini"  ve "kendi adaletini kendi sağladığını"  ifade etmesiyle birleştiğinde, güçlü bir nedensel bağlantı ortaya çıkmaktadır. Bu durum, Palaz'ın kendine özgü "adalet dağıtıcı" seri katil profilinin sadece psikopatinin rastgele bir tezahürü olmadığını, aksine kişisel yollarla adalet arayışının derinlemesine kökleşmiş bir aile ve bölgesel geleneğinin çarpık bir uzantısı veya sapkınlığı olabileceğini düşündürmektedir.


Eylemleri, çocukluğu ve bölgesinin tarihsel bağlamından etkilenen, adaletin kişisel ve çarpık bir yorumu olarak yorumlanabilir. Bu, onun motivasyonlarını cinsel sapkınlık, güç veya tamamen yırtıcı içgüdülerle hareket eden diğer seri katillerden önemli ölçüde ayırmakta ve psikolojik değerlendirmesi için önemli bir temel sağlamaktadır.


"Antep Canavarı" ve "Abdullah Dayı" Lakapları


Abdullah Palaz'ın kamuoyundaki ve algılanan kişiliğinin çarpıcı ikiliği, ona verilen iki belirgin lakapta açıkça görülmektedir. "Antep Canavarı" lakabı, onun vahşetini ve geniş halk kitlelerinde yarattığı korkuyu vurgularken , "Abdullah Dayı" lakabı ise, özellikle cezaevi sistemi içinde belirli çevrelerde bir aşinalık, hatta tuhaf bir saygı, babacanlık veya "kabadayı" imajı taşıdığını düşündürmektedir.


Bu zıt lakapların aynı anda ve yaygın olarak kullanılması, Palaz'ın karmaşık ve çok yönlü bir kişiliğe sahip olduğunun güçlü bir göstergesidir. Bu durum, onun cezaevinde "birçok düşmanı" olmasına rağmen "büyük saygı" gördüğünü belirten ifadelerle daha da pekişmektedir. Bu sadece nasıl adlandırıldığıyla ilgili değildir; onun sosyal konumuna, acımasız ortamlarda hayatta kalma yeteneğine ve karakterinin farklı sosyal çevrelerdeki çeşitli algılarına işaret etmektedir.


Bu içsel ikilik, Palaz'ın tek boyutlu bir kötü adam olmadığını, aksine belirli bireylerle, özellikle hiyerarşik ve çoğu zaman kanunsuz cezaevi ortamında yankı bulan bir karizma veya katı, çarpık bir ahlaki koda sahip olabileceğini düşündürmektedir.


Suç Kariyeri ve İşlediği Cinayetler


Türkiye Cumhuriyeti'nin İlk Seri Katili Olarak Tanımlanması


Abdullah Palaz, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk seri katili olarak benzersiz bir tarihi statüye sahiptir. Bilkent Üniversitesinde yapılan bir akademik çalışmada da vurgulandığı gibi, bu tanım onun Türk kriminolojisindeki temel yerini belirlemektedir. Bu unvan, onun sadece işlediği suçların vahametiyle değil, aynı zamanda Türk hukuk ve ceza tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmesiyle de ilişkilidir.


İşlediği Cinayetler


Palaz'ın iddia edilen suçlarının boyutu şaşırtıcıdır: toplamda 43 kişiyi öldürdüğü ve 300'den fazla kişiyi yaraladığı belirtilmektedir. Karşılaştığı yasal sonuçlar da oldukça ağırdır; kendisine dört kez idam cezası ve toplam 740 yıl hapis cezası verilmiştir. Ancak, bu astronomik cezalara rağmen, fiilen 48 yıl hapis yatmıştır.


Aldığı 740 yıl hapis ve dört idam cezası ile fiilen yattığı 48 yıl arasındaki önemli fark , sadece sayısal bir detaydan öteye geçmektedir. Bu boşluk, 20. yüzyıl Türkiye'sinin hukuki ve cezaevi gerçekliklerine işaret etmektedir. Bu durum, idam cezalarının affedilmiş olabileceğini (birçok hukuk sisteminde yaygın bir uygulama), veya karmaşık yasal süreçlerin, afların ya da bu kadar uzun bir cezayı çekmenin pratik sınırlamalarının (örneğin, iyi hal indirimi veya bir kişinin hapiste gerçekçi olarak yaşayabileceği maksimum süre) fiili hapis süresinin verilen cezaya göre çok daha kısa olmasına izin verdiğini düşündürmektedir.


Bu farklılık, o dönemin Türk yargı ve ceza sisteminin işleyişi ve evrimi hakkında dolaylı ancak değerli bir fikir sunmaktadır. Sistem, başlangıçta son derece ağır cezalar verebilse de, nihayetinde fiili hapis süresini değiştiren mekanizmalarla (af veya indirimler gibi) işlediği anlaşılmaktadır. Ayrıca, mahkemeler tarafından bu denli aşırı başlangıç cezalarına yol açan suçlarının sayısının ve algılanan ciddiyetinin büyüklüğünü de vurgulamaktadır.


Motivasyonları: "Kötüleri Öldürme" ve "Haksızlıkların Cinayetleri"


Palaz'ın kendi anılarında sürekli olarak dile getirdiği motivasyonu, "kötü insanları öldürme" misyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Türk seri katiller üzerine yazılmış bir kitapta "Haksızlıkların Cinayetleri" kategorisinde yer alması da bu motivasyonu pekiştirmektedir. Kendi "adaletini kendi sağladığına" dair inancı , derinlemesine yerleşmiş bir adalet dağıtıcı zihniyetini göstermektedir. Bu, rastgele sadizm veya tamamen yırtıcı içgüdülerden ziyade, güçlü, belki de yanıltıcı veya psikopatik bir ahlaki pusulaya işaret etmektedir.


Palaz'ın hem cezaevi içinde hem de dışında "aletsiz yaşamamış" olması, yani sürekli silahlı olması, algıladığı misyonu doğrultusunda proaktif ve hazırlıklı bir şiddet yaklaşımını pekiştirmektedir. Palaz'ın tutarlı bir şekilde "kötü insanları öldürdüğüne"  ve "haksızlıkları" giderdiğine dair anlatısı, tipik seri katil tiplemelerinden önemli ölçüde sapan benzersiz bir psikolojik ve motivasyonel profil ortaya koymaktadır.


Bilkent Üniversitesi makalesinin "onu diğerlerinden farklı kılan nedir" sorusunu ele alma amacı  bu ayrımı daha da vurgulamaktadır. Bu durum, muhtemelen ciddi bir kişilik bozukluğuna (örneğin psikopati) dayanan, ancak belirli, bencil ve kültürel olarak etkilenmiş bir ahlaki çerçeve aracılığıyla yönlendirilen karmaşık bir iç mantığı düşündürmektedir. Bu gözlem, onun suçluluğunun benzersiz doğasını anlamak için kritik öneme sahiptir. Geleneksel seri cinayet anlayışlarına meydan okumakta ve belirli toplumsal koşulların (örneğin, kan davalarının tarihsel yaygınlığı, resmi adalet sistemindeki algılanan zayıflıklar veya bazı bağlamlarda kendi kurallarını uygulayan "kabadayı" figürlerini yücelten bir kültür) böyle bir "ahlaki" veya "adalet dağıtıcı" seri katilin ortaya çıkışını nasıl teşvik edebileceğine dair daha derin bir incelemeyi teşvik etmektedir. Bu durum, Palaz'ın davasını karşılaştırmalı kriminoloji ve suç davranışları üzerindeki kültürel etkilerin incelenmesi için özellikle değerli kılmaktadır.


Cezaevi Yaşamı ve Türk Cezaevi Sistemine Etkisi


48 Yıl Boyunca 38 Ayrı Cezaevinde Geçen Hayat


Abdullah Palaz'ın cezaevi deneyimi, Türk cezaevi sisteminin 20. yüzyıldaki durumu hakkında eşsiz bir tarihsel kayıt sunmaktadır. Tam 48 yılını 38 farklı cezaevinde geçirmiş olması , onun hayatını Türk cezaevi tarihinin canlı bir belgesi haline getirmektedir. Hayatının büyük bir kısmını hapiste geçirdiği ve "çeşitli işkenceler" gördüğü belirtilmektedir, bu da o dönemin cezaevi koşullarının sertliğini ve acımasızlığını göstermektedir.


Cezaevi İçindeki Olaylar ve Çatışmalar (Koğuş Baskınları)


Palaz'ın cezaevleri içindeki aktif ve çoğu zaman şiddet içeren rolü, hapsedilmesiyle birlikte suç davranışlarının sona ermediğini göstermektedir. Üç büyük koğuş baskınına karıştığı ve bunlardan birinde 59 yaralı ve 1 ölü olmasına rağmen kendisinin sıyrık bile almadan kurtulduğu belirtilmektedir. Bu durum, onun cezaevi içindeki baskın varlığını ve acımasız sisteme uyum yeteneğini gözler önüne sermektedir. Ayrıca, "kötü" olduğuna inandığı cezaevi yöneticileri ve mahkûmlarla çatışmaya devam ettiği ve onları da öldürdüğü bildirilmektedir. Bu, şiddet eğilimlerinin ve "adalet" arayışının cezaevi duvarları içinde bile tutarlı bir şekilde devam ettiğini göstermektedir.


Palaz'ın cezaevi içinde şiddete devam etmesi, özellikle "kötü" olarak gördüğü kişileri (yöneticiler ve mahkumlar) hedef alması  ve büyük koğuş baskınlarına aktif katılımı, onun kendi belirlediği "kötü insanları öldürme" misyonunun hapsedilmesiyle sona ermediğini, aksine cezaevi ortamının bu kişisel ve çarpık adalet anlayışını sürdürmesi için başka bir arena haline geldiğini güçlü bir şekilde düşündürmektedir.


Büyük çaplı şiddet olaylarından zarar görmeden çıkması, bu acımasız sistem içindeki korkutucu varlığını ve uyum yeteneğini daha da vurgulamaktadır. Bu durum, cezaevi sisteminin Palaz'ın şiddet eğilimlerini gerçekten rehabilite etme veya hatta etkili bir şekilde kontrol altına alma konusunda önemli bir başarısızlığını göstermektedir. Cezaevi, reform yeri olmaktan ziyade, onun suçlu kimliğinin devamı için bir sahne ve ceza sistemi içindeki iç güç mücadelelerinin ve şiddetin bir yansıması haline gelmiştir; bu ortamda Palaz gibi bireyler kendi acımasız kurallarını sürdürebilmiş ve hatta gelişebilmiştir. Bu durum, 20. yüzyıl Türk cezaevlerindeki sistemik sorunlara işaret etmektedir.


Nâzım Hikmet ile Etkileşimi


Palaz'ın Bursa Cezaevi'nde ünlü Türk şair Nâzım Hikmet ile aynı koğuşta kalması ve ondan etkilendiği bilgisi, tarihsel açıdan önemli bir detaydır. Bu durum, 20. yüzyıl Türk cezaevlerindeki entelektüel ve sosyal dinamiklere dair nadir ve ilgi çekici bir bakış sunarak, farklı toplumsal figürler arasındaki beklenmedik etkileşimleri gözler önüne sermektedir. Bu, sadece anekdot niteliğinde bir merak olmanın ötesinde, bir seri katil ile tanınmış bir şair ve siyasi muhalifin cezaevi koşullarında beklenmedik bir şekilde kesişmesini temsil etmektedir. Bu durum, o dönemde hapse atılan nüfusun çeşitliliğine ve bu tür ortamlarda sıra dışı, hatta entelektüel etkileşimlerin potansiyeline işaret etmektedir.


Hikmet'in Palaz üzerindeki etkisinin tam doğası belirtilmese de, bu detayın bahsi, Palaz gibi sertleşmiş ve görünüşte tavizsiz bir figürün bile dış entelektüel veya ideolojik etkilere tamamen kapalı olmadığını düşündürmektedir. Bu detay, Palaz'ın karakterine benzersiz bir karmaşıklık katmakta ve Türk cezaevlerinin tarihsel anlatısını, toplumun farklı unsurlarının beklenmedik sonuçlarla bir araya gelebildiği yerler olarak zenginleştirmektedir. Bu durum, mahkumlar ve cezaevi yaşamına dair basit bir bakış açısına meydan okumaktadır.


Abdullah Palaz yayınladığı kitabında Nazım Hikmet’ten övgüyle söz etmektedir:


-“Abi dedim, “senin suçun ne? Niye yatarsın burada?”


-“Benim suçum kalemimdir, şiirlerimdir, insanları sevmemdir, memleketimi de çok severim.”


-“Peki abi, biz yazmasını bilmeyiz ama, biz de insanları severiz. İnsanlara kötülük gelmesin diye bunca işler yaptık. Haksızlığa tahammül etmeyiz, haksızlığa uğrayanın yanında oluruz. Benim atalarım da bu memleket için savaşmıştır. Cenk etmiştir. O zaman bizim bunlardan da suçumuz olması mı gerekir?”


-“Yok, sizin bunlardan suçunuz olmaz. Size bundan bir şey demezler, bize derler. Bu yüzden de bana ceza verirler.” “Neden?” “Çünkü, bana bunlardan dolayı komünist diyorlar.”


-“Komünist ne demek ağam?” “İşte bu anlattıklarım, yazdıklarım, düşüncelerim komünistlik oluyor.”


-Ben bu “komünist” sözünü yeni duyuyordum. Güldüm. “O zaman demek ki, ben de komünistim de haberim yokmuş.” Bu kez de o dev gibi adam güldü:


-“Yok, olmaz öyle şey. Çünkü sen haksızlıkların üzerine silahla gidiyorsun. İnsan sevgini, haksızlık yapanı öldürerek göstermek istiyorsun. Ben bu işi kalemimle yapıyorum. Kalemimle anlatıyorum. Senin silahın patladığı yerde kalır. Benim kalemim ise bu haksızlıkları anlatarak, bir gün bu düzeni patlatır, anladın mı?”


-Hiçbir şey anlamamıştım. Ama bu dev gibi, yiğit adamı çok sevmiştim.


ree

Yirminci Yüzyıl Türkiye Cumhuriyeti Hapishaneleri İçin Bir Kaynak Olarak Palaz'ın Deneyimleri


Palaz'ın "yarım yüzyıllık cezaevi yaşamı"  ve onun Dr. Turhan Temuçin'e doğrudan anlattıklarına dayanan "Azrail'in Öbür Adı" adlı kitap, 20. yüzyıl Türk cezaevlerinin koşullarını, dinamiklerini ve acımasız gerçekliklerini anlamak için "zengin bir kaynak" sağlamaktadır. Anılarından alınan "inanılması zor bir cezaevi tablosu çiziyor" ve "Anılarında kan gövdeyi götürüyor" gibi canlı ifadeler, bu kurumları karakterize eden sertliği, şiddeti ve denetim eksikliğini çarpıcı bir şekilde resmetmektedir.


Bilkent Üniversitesi makalesinin Palaz'ın yaşamının 20. yüzyıl Türk cezaevlerini anlamak için "zengin bir kaynak" olduğu iddiası, anılarının "inanılmaz cezaevi sahneleri" ve "her yerde kan" tasvirleriyle birleştiğinde, onun kişisel anlatısını basit bir biyografinin ötesine taşımaktadır. Bu durum, Palaz'ı cezaevi tarihi için istemeden de olsa, son derece önemli birincil bir kaynak konumuna getirmektedir.


Onlarca yıl süren, birden fazla cezaevinde edindiği deneyimler, bu kurumların sistemik koşulları, güç dinamikleri ve günlük gerçekleri hakkında eşsiz, birinci elden bir hesap sunmaktadır; bu perspektif genellikle resmi kayıtlarda eksiktir. Bu durum, Palaz'ın hikayesini cezaevi reformu, sosyal tarih ve kriminoloji alanındaki akademisyenler için değerli bir tarihsel belgeye dönüştürmektedir. Deneyimleri, böyle detaylı kişisel anlatıların nadir olabileceği bir dönemde Türk adalet sisteminin evrimini anlamak için eşsiz, ancak öznel bir pencere sunmaktadır. Bu durum, onu sadece bir çalışma konusu olarak değil, sistemik düzeyde bir bilgi kaynağı olarak konumlandırmakta ve Türk adalet sisteminin gelişimini anlamak için kritik bir bağlam sağlamaktadır.


Psikolojik Değerlendirme ve Farklılıkları


Palaz'ın Psikolojik Durumuna Yönelik Analizler


Bilkent Üniversitesi makalesinin Palaz'ın "psikolojik bir değerlendirmesini" yapmayı ve "onu bu yöne iten nedenleri" araştırmayı amaçladığı belirtilmektedir. Anılarının özetlerinde sürekli olarak ifade ettiği "kötü insanları öldürme" misyonu  ve "kendi adaletini kendi sağladığına" dair inancı , onun psikolojik çerçevesinin merkezinde yer almaktadır. Bu durum, rastgele sadizm veya sadece yırtıcı içgüdülerden ziyade, güçlü, belki de yanıltıcı veya psikopatik bir ahlaki pusulaya işaret etmektedir. Çocukluğunda maruz kaldığı "kan davaları"nın , kişisel ve şiddet içeren bir adalet biçimini normalleştirmiş veya hatta yüceltmiş olabileceği ve bunun da onun psikolojik gelişimine katkıda bulunmuş olabileceği düşünülmelidir. Bu erken yaşlardaki maruziyet, adalet anlayışının çarpık bir şekilde şekillenmesine zemin hazırlamış olabilir.


Onu Diğer Seri Katillerden Ayıran Özellikler


Palaz'ın profilinin benzersiz yönleri, onu yaygın seri katil tiplemelerinden ayırmaktadır. Cinsel sapkınlık, saf sadizm veya maddi kazanç gibi motivasyonlarla hareket eden birçok seri katilin aksine, Palaz'ın öncelikli olarak çarpık bir adalet duygusuyla motive olduğu görülmektedir. O, "kötü" olarak algıladığı veya "haksızlıklardan" sorumlu gördüğü kişileri hedef almıştır. Bu "misyon odaklı" yaklaşım, onun uzun, aktif ve acımasız cezaevi sistemi içindeki etkili yaşamıyla birleştiğinde, onu önemli ölçüde farklılaştırmaktadır. Böyle acımasız bir ortamda hayatta kalma, şiddet eğilimini sürdürme ve hatta "büyük saygı" görme yeteneği, onu daha düzensiz veya daha az etkili seri suçlulardan ayırmaktadır.


Palaz'ın sürekli olarak "kötü insanları öldürdüğüne"  ve "kendi adaletini sağladığına"  dair anlatısı, "Haksızlıkların Cinayetleri" kategorisinde yer almasıyla da pekişerek , tipik seri katil tiplemelerinden önemli ölçüde sapan benzersiz bir psikolojik ve motivasyonel profil ortaya koymaktadır. Bilkent Üniversitesi makalesinin "onu diğerlerinden farklı kılan nedir" sorusunu açıkça ele alma amacı  bu ayrımı doğrulamaktadır. Bu durum, muhtemelen ciddi bir kişilik bozukluğuna dayanan, ancak belirli, bencil ve kültürel olarak etkilenmiş bir ahlaki çerçeve aracılığıyla yönlendirilen karmaşık bir iç mantığı düşündürmektedir.


Bu gözlem, onun suçluluğunun benzersiz doğasını anlamak için kritik öneme sahiptir. Geleneksel seri cinayet anlayışlarına meydan okumakta ve belirli toplumsal koşulların (örneğin, kan davalarının tarihsel yaygınlığı, resmi adalet sistemindeki algılanan zayıflıklar veya bazı bağlamlarda kendi kurallarını uygulayan "kabadayı" figürlerini yücelten bir kültür) böyle bir "ahlaki" veya "adalet dağıtıcı" seri katilin ortaya çıkışını nasıl teşvik edebileceğine dair daha derin bir incelemeyi teşvik etmektedir. Bu durum, Palaz'ın davasını karşılaştırmalı kriminoloji ve suç davranışları üzerindeki kültürel etkilerin incelenmesi için özellikle değerli kılmaktadır.


Sonuç ve Değerlendirme


Abdullah Palaz'ın Mirası ve Toplumsal Etkisi


Abdullah Palaz, hem bir seri katilin aşırı şiddetini hem de 20. yüzyıl Türk cezaevi sistemine dair eşsiz, karanlık bir pencereyi temsil eden bir figür olarak kalıcı bir miras bırakmıştır. Kendi adalet anlayışıyla hareket eden bir figür olarak toplumsal etkisi, hukuk, düzen, adalet dağıtıcılığı ve Türk toplumunun "adalet" algısı gibi daha geniş temalar üzerine düşünmeye sevk etmektedir. Onun hikayesi, suç, ceza ve adalet sisteminin etkinliği hakkındaki süregelen tartışmalarla yankı bulmaya devam etmektedir. Palaz'ın yaşamı, toplumsal normların ve adalet mekanizmalarının algılanan yetersizliklerinin, bireylerde nasıl çarpık bir adalet arayışına yol açabileceğine dair karmaşık bir örnek sunmaktadır.


Türk Kriminoloji Tarihindeki Yeri


Abdullah Palaz, Türkiye'nin ilk belgelenmiş seri katili olarak ve 20. yüzyıl cezaevi yaşamının eşsiz bir kronikçisi olarak tekil konumunu korumaktadır. Onun davası, Bilkent Üniversitesi'nin akademik çalışmasında da görüldüğü gibi, akademik incelemelerin ve kamuoyunun ilgisinin konusu olmaya devam etmektedir. Palaz'ın yaşamı, suçlu psikolojisi, cezaevi tarihi ve aşırı şiddete verilen toplumsal tepkiler hakkında kritik bilgiler sağlayan karmaşık bir vaka çalışması olarak, gerçek suç hikayeleri ile sosyo-tarihsel analizi bir araya getirmektedir. Onun hikayesi, Türk kriminolojisi ve sosyal tarihi için önemli bir referans noktası olmaya devam edecektir.


kaynaklar









Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page